Yıllar önceydi, sene 1972 O zamanlar genç bir gazeteciydim. Türkiye’den bir grup insan, İsrail’e resmi ziyarette bulunuyorlardı. Biz de gelişmeleri izlemek için oradaydık. Bir sıcak Mayıs akşamıydı. Her ziyarette olduğu gibi sıradan bir işti anlayacağınız. Ziyaretin dördüncü günü bize tarihi ve turistik yerleri gezdirmeye başladılar; kafile olarak Mescid-i Aksa’y
Duyumların pınar olup taştığındaUlaşmak için nehir aradığındaYüreğin parça parçaÇiçeklerin kokusunu soluduğundaŞahlandığında basmak için bağrınaHeyecanla kendine koş.İstanbul’un taşlı sokaklarından, Nagihan Teyzenin evine doğru yürürken onu ne halde bulacağımı düşünür, her seferinde kapısını korkarak çalardım. Hasta olduğunda, beni arar, bulamazsa telâşlanı
Gel yarenim, canım benimÇay bahçesine inelim,Salkım söğütle meşk edelimÇayımızı sefa ile içelim.Güneş, bu sabah da altın tozlarını usulca, gönlünce sermişti yatak odasına… Kadın uyandı. İyi uyumuştu. Kendini güçlü ve sağlıklı hissediyordu. Buna rağmen isteksizce kalktı, pencereyi açtı. Bahçeye bir göz attı. Bahar ışıI ışıI gülüyordu. Koca gün, nasıl geçecek
Ellerinden öpelim, mutlu kılalım.Adayız hepimiz olmaya dede, nine.Belediye otobüsünden yuvarlanır gibi indi. Cadde kalabalıktı. İnsanlar telaş içinde koşturuyordu.Güneş, yaratılışı gereği ayırım yapmadan yerküreyi sıcacık sarıyordu. Ağaçlar aralıklı olarak asker gibi dizilmiş doğayı seyrediyorlardı. Araba trafiği sel gibi akıyordu. “Dur, Durağı, yok bu şehi
Duygusal Hikayelerden:Arzular kıvrım kıvrımRüzgâr kanatlı AzrailAnlar bilmez molaOnlara karşın heykelim.Sıradan bir sonbahar günü. İstasyon her zamanki gibi insanların Tatlı telaşlarına, tanık oluyor. İstasyona her gidişimde heyecanlanırım, hüzünlenirim. Trenlerin taka tuka sesleri, acı acı çalan düdükleri ben de ayrılıkları çağrıştırır .Oysa onların gara girmesi