Bir varmış bir yokmuş, bir padişahın bir tek kızı varmış. Bu kız her gün has bahçenin içinden akan bir derenin kıyısına oturur serinlermiş. Günlerden bir gün yine bu derenin kıyısında serinlerken, kolundaki bileziğini çıkarıp bir taşın üstüne koymuş, derede ellerini yıkarken kırk bir tane beyaz güvercin gelip yeşil çimenlerin üzerine konmuşlar. Bunlardan kırkı bi
Seyit Ali diye çağırırlarmış önceleri onu. Bir bilinmezden gelip Bursa yöresine yerleşmiş, çobanlık yapmaya başlamış. İşinin ehli biriymiş. Koyun otlatılacak yerler ondan sorulurmuş. Koyun sağmakta, koyun kırkmakta, koyun kuzulatmakta üstüne yokmuş. Yoğurt yapmasını, yayık yaymasını, yağ çıkarmasını da iyi bilirmiş.Seyit Ali’nin bu becerileri, yöredeki ağal
Bir zamanlar Isparta dolaylarında çok zengin bir gül yağı üreticisi varmış. Hemen her yıl çok iyi ürün alır ve kırk deve yükü gül yağı elde edermiş. Bununla da övünür, ona buna kurumlanırmış. Kendi kendine de, “Acaba benim gibi bir gül yağcı daha var mı?” diye söylenip dururmuş.Bu gül yağcı, yine verimli bir hasat sonu, bıyıkları yeni terlemiş oğlunu yanına
Anlatılanlara göre, Süpürgeç Baba derler bir Türkmen piri varmış. Tam bir gönül eriymiş. Yaşadığı küçük şehre Horasan’dan gelip yerleşmiş imiş.Süpürgeç Baba sabah erkenden kalkıp işe başlarmış. Sabahtan akşama kadar sokakları süpürür, tertemiz edermiş. Sağda solda ekmek kırıntısı bile bırakmazmış. Onları toplar, şehir dışına götürür, dağdaki kurtlara kuşlara veri
Anlatılanlara göre Kanuni Sultan Süleyman, Budin Seferinden dönüyormuş. Ordu ile Edirne arasındaki bağlar arasından geçiyormuş. Yolun her iki yanına toplanan halk padişahı ve orduyu coşku ile alkışlıyor, dualar ediyormuş.O sırada nasıl olduysa kalabalık bir anda karışmış. Öncü muhafızlar hemen o tarafa yönelmiş. İnsanlar, ihtiyar bir köylüyü tutmaya ve susturmaya