Bir zamanlar birlikte yaşayan ve küçük bir toprak parçasını yine birlikte ekip biçen baba-oğul vardı. Yılda birkaç defa yetiştirdikleri sebzeleri atmak üzere bir öküzün çektiği arabalarına yüklerler ve en yakındaki şehre giderlerdi, isimleri ve üzerinde yaşadıkları toprak parçası dışında, baba ve oğlun paylaştığı hemen bir şey yoktu. Birbirlerinin tam tersi yarat
15 yıl kadar önceydi. Tommy’yi ilk o gün görmüştüm. ‘inancın Tarihi’ dersimin öğrencilerinden biriydi. Uzun saçlı, değişik bir gençti. Sınıfta benimle en çok tartışan öğrenci oldu. Tanrı’ya kayıtsız şartsız inanmayı kabullenmiyordu..Mezun olurken bana, imalı imalı“Günün birinde Tanrı’yı bulacağıma inanıyor musun, hocam?”
Biri beyaz, diğeri siyah renkteki kurbağalarımızın huy ve mizacı tıpkı renkleri gibi zıtmış. Ak kurbağa ne kadar iyimserse Karakurbağa o kadar kötümsermiş. Ak kurbağa bir şeye “ak” mı dedi; o hemen atılıp “kara” dermiş. Her şeyin olumsuz tarafını görmeye o kadar alışmış ki, gördüğü her şeyi eleştirmeyi neredeyse meslek haline getirmiş. Yağmur yağsa, Karakurbağa:“
Birinci ve de en önemli ders… Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test sorularını dağıttı. Ben okulun en iyi öğrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada çakıldım kaldım. Son soru şöyleydi: “Her gün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedir?..”Bu herhalde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadın yerleri silerken hemen her gün
Eski Sovyetler’de Tanrı’ya inanmayan ve her şeyin madde ile açıklanabileceğine inanan bir bilim adamı vardı. Bir gün, o kadar yaşlı olmamasına rağmen, eceli gelen bu bilim adamı öldü ve mezarına defnedilinceye kadar morga koyuldu. Bundan sonra yaşananları bilim adamının dilinden dinleyelim.“Öldükten sonra bedenimden ayrıldım ve kendimi kuş gibi