Saltanatının sınırları geniş diyarlara uzanan bir hükümdardı. Kibrinin ve gururun ise sınırı yoktu. Elinden gelse bütün dünyayı eline geçirmek ve mülküne dahil etmek istiyordu. Sürekli “daha, daha” diyordu. Hiç kimse ondan bir gün olsun “yeterli” veya “Buna da şukur” sözünü duymamıştı. Yeme-içmede, eğlenmede, hakarette, haksız
Bir zamanlar, uzak diyarlardan birinde bilge bir sultan yaşardı. Her hükümdar gibi onun da etrafı onlarca yağcıyla doluydu. Sarayında hangi odaya girse iltifatların, övgülerin bini bir paraydı:“Siz gelmiş geçmiş en kudretli sultansınız, efendim!”“Sultanım! Kimsenin, hiçbir şeyin gücü sizinkiyle boy ölçüşemez.”“Sizin kudretinizin yete
Genç bir adam, değerli taşlara ilgi duyarmış ve mücevher ustası olmaya karar vermiş. ‘Bu mesleği yapacaksam, iyi bir mücevher ustası olmalıyım,’ diye düşünmüş ve ülkedeki en iyi mücevher ustasını aramaya başlamış. Sonunda bulmuş, yanına gitmiş. Bir süre bekledikten sonra usta tarafından kabul edilmiş.“Anlat, dinliyorum,” demiş usta. Genç adam, taşlara ilgi duy
Bir zamanlar bir dağın yamacında yalnız başına yaşayan bir bilge varmış. Maddi ve manevi dertleri olanlar dünyanın birçok bölgesinden bu yöreye gidip bu bilgini ziyaret ediyor, ona akıl danışıyorlarmış.Bir gün genç bir adam kafasına takılan bir soruyu sormak için buraya gelmiş. Küçük bir kulübe olarak tasarladığı bu yer adeta bir saray yavrusuymuş.İçeride bir
Devrinin önde gelen mutasavvıflarından Ebû Satd Ebu’l-Hayr ile İbn Sînâ, bir eve çekilerek üç gün ilmî konuları münâkaşa ve müzâkere ederler.Toplantıdan çıkan Ebû Saîd’e, “İbn Sînâ’yı nasıl buldunuz?” diye sorulunca şu cevabı verir:“Benim keşf ve ilhamla gördüğümü o biliyor.”Daha sonra aynı soru İbn Sînâ’ya sorulunc