Bir Danimarka yazının içine içine doğru yol alan bir yolcu trenindeyim. Nereye gizlendiği bilinmeyen güneşin, o gümüşten ışınlarını ülkeye saçtığı kül rengi, puslu günlerden bir gün. Ortalık ıpıssız. Her şey belli belirsiz bir parıltıyla ışıl ışıl. Trenin hızına ayak uyduran görünü, usul usul değişiyor, sıcağın o incecik sisinde titreyerek uzanıp gidiyor. Korku H
O küçük bir kadındır; doğuştan ince yapılıdır, sımsıkı giyinir; ahşap rengine benzeyen sarımsı gri tonlarda bir kumaştan yapılmış hep aynı kıyafet içinde görürüm onu. Elbise yine aynı renkteki püsküller veya düğme benzeri saçaklarla süslüdür; asla şapka takmaz, donuk sarı saçları yumuşacıktır ve gevşek bağlamasına rağmen dağınık değildir. Sımsıkı giyinmesine karş
Sonbaharın bunaltıcı, karanlık ve sessiz bir gününde, gökten inen bulutlar yeryüzüne çökmüşken, bir başıma at sırtında eşine az rastlanır türden kasvetin hakim olduğu bir bölgeden geçiyordum. Gece karanlığı çökmek üzereyken, Usher’in Evinin melankolik görüntüsünü seyrederken buldum kendimi. Eve ilk bakışımda, nedenini bilmediğim dayanılmaz bir hüzün sarmıştı içim
Nil sapienıice odiosius acumine nimio.Hiçbir şey bilgeliğe aşırı akıllılık kadar nefret edilesi gelmez.SenecaParis’te, 18– sonbaharının fırtınalı bir akşamında, dostum C. Auguste Dupinile birlikte paylaştığımız, No: 33, Dunôt Sokağı, Faubourg St. Germain’deki evde, onun küçük kütüphanesinde, ya da kitap odasında, düşüncelere dalmanın ve lületaşı bir piponun
‘Ne mükemmel bir mehtaplı gece!’ sözcükleri döküldü Alymer Vance’in dudaklarından, ardından döndü ve bana tuhaf tuhaf baktı.Biz Surrey’de aynı küçük handa konuklardık ve hoş kokuların olduğu serin ve güzel bahçede oturuyorduk.‘Ay ışığı olması seni etkiler mi?’ diye sordu Vance. ‘Böyle bir gece seni belirsiz arzularla doldurur mu? Evrenin sırrını keşfetmek için yü