Bir varmış bir yokmuş. Köyün birinde bir çiftçi varmış. Kıtlık olabilir düşüncesiyle bir ambar yaptırıp, unu ve buğdayını oraya depolamış. Depolamış depolamasına da, çok geçmeden ambara bir fare musallat olmuş. Açtığı bir delikten buğdayları yiyormuş. Kendi yetmiyormuş gibi, diğer fareleri çağırıp onlara da yediriyormuş. Böylece, etrafına kendisini pohpohlayan
Güzel bir göl kenarında bir balıkçıl kuşu yaşıyormuş. Her gün tuttuğu Birkaç balıkla geçinip gidiyormuş. Zaman gelmiş, ihtiyarlamış, artık balık tutamaz olmuş. “Bir şeyler yapmalıyım” diye düşünmüş kendi kendine. Aklına kurnazca bir fikir gelmiş. Göldeki yengece demiş ki:– Geçen gün buraya avcılar geldi. Göldeki balıkların hepsini tutacaklarını
Çok çok eskiden, bir zamanlar uzak bir köyde üç erkek kardeş yaşarmış. Babalarından kalan toprağı birlikte işlerlermiş; elde ettikleri ürün üç gürbüz genç adamın geçinmesine ancak yetermiş. Rafya ya da hasırdan sepetler örüp pazarda satarlarmış. Ama ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar, hiçbir zaman geride paraları olmazmış. Hep de evde tuz kalmadığı ya da eski çay
Çok güzel bir masal, iyi okumalar.Aslanı olmayan bir ormana çakal kral olmuş. Ee ne demişler? Koyunun bulunmadığı yerde keçiye “beyefendi” derler. Çakala da kral demişler… Gelin görün ki demekle kral olunmuyormuş. Çakal, masumları cezalandırmış, güçsüzlere zulmetmiş. Olur olmaz isteklerle hayvanları canından bezdirmiş. Orman halkı “Allah böyle kralı düşmanımıza v
hana1916Hikaye Oku;Rahip Naygu’nun burnunu İkeno-o bölgesinde tanımayan yoktu. 15-20 santim uzunluğunda, üst dudağından çenesinin altına kadar sarkan alâmet bir şeydi… Bir o kadar da kalınlığı vardı. Yani tabiri caizse burnu, suratının ortasından aşağıya sarkan kocaman bir sucuk gibiydi.50 yaşını geçkin Naygu, mesleğe başladığı gençlik yıllarından kraliyet