Bir varmış bir yokmuş. Uzak bir ormanda bir zürafa varmış. Boyu o kadar uzun, o kadar uzunmuş ki, karnı acıktığı zaman ağaçların en yüksek dallarındaki yaprakları rahatlıkla yiyebiliyormuş. Bir gün yine karnı acıkmış. Önüne ilk çıkan ağacın yapraklarını şapur şupur yemeye başlamış… Ama birden, incecik kızgın bir ses duymuş.“Heey, dur bakalım canavar!
Bir varmış bir yokmuş. Ülkenin birinde bir kral yaşarmış. Bu kralın on bir oğlu bir de kızı varmış. Bir gün kralın karısı ölmüş. Kral ve çocuklar Kraliçe’nin ölümüne son derece üzülmüşler.Gel zaman git zaman kral yeniden evlenmiş. Kralın yeni eşi kötü kalpli bir büyücüymüş. Çocukları da hiç mi hiç sevmiyormuş. Krala sürekli çocukların çok yaramaz olduğundan bahse
Ormanların en kurnaz hayvanı tilkidir. Bir ormanda, bu kurnaz tilkilerden birisi dolaşıyormuş. Türlü türlü kurnazlıklar düşünüyormuş. Kuyruğunu sallaya sallaya “Ne yapsam ne etsem” diye söyleniyormuş. Bir süre kırlarda boş boş gezinmiş.– Dalga geçebileceğim birilerini bulsam da biraz eğlensem, diye sağa sola bakınmış. Bu sırada tepede uçan uzun gagalı, uzun
Zamanın birinde Niya Kundi adında bir adam vardı. Niya Kundi her gün eşeklerine yüklediği malları civardaki bir köyde bulunan Pazar yerine götürür ve orda satardı.Bir gün Niya Kundi eşekleri ile yol üstündeki Lou Köyü’ne gitti. Adam orada tuz alıp eşeklere yükledi. Niyeti bu tuzu Kissi Köyü pazarına götürüp orada satmaktı.Eşekler yol üzerinde bulunan bir dereden
Bir varmış, bir yokmuş… Çok söylemesi günah, az söylemesi sevapmış… Allah’ın kulu dağdan, taştan çokmuş…Masaldır bunun adı, dinlemekle çıkar tadı…Vakti zamanında bir kadının üç oğlu varmış. Kocası yeni öldüğü için fakirmişler. Hazıra dağlar dayanmaz, derler. Ellerindeki, avuçlarındaki tükendikten sonra geçim sıkıntısı çekmeye başlamışlar.