Bir adamın dört oğlu vardı. Olaylar ve insanlar hakkında önyargılı olmalarını ve çabuk karar vermelerini önlemek için onlara bir ders vermek istiyordu. Onları evlerinden oldukça uzakta bulunan bir armut ağacına gönderdi ve döndükleri zaman izlenimlerini kendisine aktarmalarını istedi. Ancak her birisini ayrı bir mevsimde gönderdi.Birinci oğlunu kış aylarında, iki
Selma çok sinirli bir kızdı. Olur olmaz şeylere kızar, bağırır, çağırırdı. Evde hiç kimse onu bu kötü huyundan vazgeçirememişti.Doğum gününde arkadaşlarına güzel bir sofra hazırlamıştı. Ama bunu son dakikaya kadar kimseye haber vermediği için doğum gününde pencerelerde beklemesine rağmen kimse gelmemişti. Arkadaşlarını çağırmaya gitti. Önce Özden’i çağırdı, evde
Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir padişahın üç oğlu varmış.Padişah, aklı oldukça kıt bir adammış. Yaşına, padişahlığına yakışmayan hareketler yapar, herkesi kendine güldürürmüş. Devlet işleriyle hiç uğraşmazmış. Vaktini hep ava gitmekle, eğlenceler tertiplemekle geçirirmiş.Günlerden bir gün, üç oğlunu da yanına çağırmış, o
Bir çiftçi, on yaşlarındaki oğlunu peşine takıp, bir iş için pazara doğru yola çıkmış. Yolda giderken atın bir eski nalını görmüş ve oğluna:“ Yavrum, şu nalı alıp heybene koyuver, lazım olur.” demiş.Bu çocuk çok aşırı tembelmiş. Onun için sırf bu maksatla yere eğilip nalı almaktan üşenerek:“ O eski nalı ne yapacağız baba? Hadi gidelim artık.
Bir varmış bir yokmuş. Küçük bir köyde Veli, ailesi ve inatçı bir öküzüyle yaşarmış. Bir gün babası Veliye öküzü tarlaya götürmesini istemiş. Veli yola koyulmuş. Az gitmiş uz gitmiş ki yolda öküzün inatçılığı tutmasın mı? Öküz bir oturmuş oturduğu yerden kalkmamış bir daha. Bizim veli başlamış ağlamaya. Ağlaya ağlaya küçük bir gölcük olmuş. İşin daha da kötü bir