Sene 1992’dir, şubat ayının son günleri, Azerbaycan’da, Aliâbad köyünde bir evdeyiz. Bir baba evlatlarıyla beraber akşam haberlerini seyrediyor. Televizyonda altı yaşlarında bir kız çocuğu ağlayarak 26 Şubat’ta Hocalı’da yaşadıklarını anlatıyor: “Babam ilk defa o gün ağladığım için tokat attı bana, diyor. Ağlarsam sesimizi duyan Ermeniler bizi de öldürürlermiş, k
Bir varmış, bir yokmuş. Allah’ın kulu çokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, zamanın birinde, bir Keloğlan varmış. İhtiyar ve yoksul anacığıyla beraberler yaşarlarmış. Anacığı, bu biricik oğlunu “A benim Keloğlum, keleş oğlum” diye severmiş.Günlerden bir gün Keloğlan annesinden izin alıp balık tutmaya gitmiş.“Belki bir kaç balık yakalarım da anacığ
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bundan yıllar yıllar önce, zamanın birinde bir Keloğlan ve yoksul anacığı varmış. Yoksul anacığı kel oğlunu, “A benim kel oğlum keleş oğlum” diye severmiş.Bir gün Keloğlan odun kesmek için ormanın yolunu tutmuş. Yolda giderken “imdaat, beni kurtarın!” diye bir ses duymuş. Sağına bakmış sol
Keloğlan ve zavallı anacığı, yoklukla mücadele ederek hayatlarını sürdürüyorlarmış. Öyle fakirlermiş ki bir kuru ekmek, bir parça peynirle günlerce idare ederlermiş. Komşularına göre, tarlaları çok azmış bakımını yapamadıkları içinde de verimsizmiş üstelik senelerin birinde öyle bir kıtlık olmuş ki, bağ bahçeleri hep kurumuş mısır tarlaları bodur kalmış. Kış zama
Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir kadıncağızın bir oğlu varmış. Herkes bu çocuğu keloğlan diye çağırırmış. Bu ana oğul çok fakirlermiş. Yalnız birçok tavukları olduğundan bunların yumurtasını satarak geçinip giderlermiş.Bir gün tavuklar yumurtlamamış, kadın da oğluna tavuklardan birini satarak ekmek almasını söylemiş. Keloğ