Yaşlıca bir adam soluk soluğa Süleyman Peygamberin huzuruna çıktı. Korkudan sapsarı kesilmiş, beti benzi atmıştı. “Ne oldu böyle?” diye sordu Süleyman Peygamber. Adamcağız, “Bu gün Azrail’i gördüm. Bana öyle öfkeli gözlerle baktı ki, korktum. Emret rüzgara, beni Hindistan’a kadar götürsün de canımı kurtarayım,” diye yalvardı.
Bir tanrıçanın ölümlü bir insana olan sevgisini anlatan bu güzel öykü, günümüzde Bafa Gölü’nün kenarında yer alan Beşparmak (Latmos) Dağları’nda geçmiştir. Ayın dolunay zamanlarında, bu bölgede mehtaba doyum olmaz. Bafa Gölü gümüş bir tepsiye dönüşür. Ay dağların üstünde gümüş bir top gibi asılıdır. Aşağıya süzülen ışıkları adeta bir müziktir. Saatlerce ay ışığın
Bir Danimarka yazının içine içine doğru yol alan bir yolcu trenindeyim. Nereye gizlendiği bilinmeyen güneşin, o gümüşten ışınlarını ülkeye saçtığı kül rengi, puslu günlerden bir gün. Ortalık ıpıssız. Her şey belli belirsiz bir parıltıyla ışıl ışıl. Trenin hızına ayak uyduran görünü, usul usul değişiyor, sıcağın o incecik sisinde titreyerek uzanıp gidiyor. Korku H
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde. Vay neler varmış vay neler varmış. Yeller eser, sular çağlarmış. Aptallar top oynar, akıllılar ağlarmış. Allah’ın kulu da çokmuş. Kimisi akıllı imiş, başlarında kavak yeleri esermiş, kimisi akılsızmış, genç kızlara türkü söylermiş. Böyle zamanlardan birinde,
Etrafı yüksek duvarlarla çevrili bahçenin birinde bir çeşme vardı. Susamış bir adam, o yüksek duvarın üstüne çıkmış, hasretle suyu seyrediyordu. Ansızın duvardan bir tuğla söktü ve suya fırlattı. Suyun sesi, güzel ve şirin bir sevgilinin sesi gibi kulağına geldi. Su, nazarında şarab oldu. Adam suyun sesinden o kadar zevk alıyordu ki sık sık tuğlaları söküyor, suy