Savaşın en kanlı günlerinden biri. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu:– Teğmenim, fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim? “Delirdin mi?” der gibi baktı teğmen.– Gitmeye değer mi? Arkadaşın del
Ellerinden öpelim, mutlu kılalım.Adayız hepimiz olmaya dede, nine.Belediye otobüsünden yuvarlanır gibi indi. Cadde kalabalıktı. İnsanlar telaş içinde koşturuyordu.Güneş, yaratılışı gereği ayırım yapmadan yerküreyi sıcacık sarıyordu. Ağaçlar aralıklı olarak asker gibi dizilmiş doğayı seyrediyorlardı. Araba trafiği sel gibi akıyordu. “Dur, Durağı, yok bu şehi
Georges Pouchet’yeIVirelogne’a on beş yıldır uğramamıştım. Prusyalıların yıkmış oldukları şatosunu sonunda yeniden yaptıran dostum Servat ile birlikte avlanmak üzere oraya güzde gittim.Bu yöreyi son derece seviyordum, güzel dünyanın, gözü okşayan, gıcıklayan köşelerindendi. Böyle yerler maddi bir aşkla sevilir. Biz, toprağın büyülediği kimseler, çok
Erzincan ilimizin güneyinde merkeze bağlı Bin koç (Cırzını) köyü vardır. Bu köyün hemen yakınındaki dağın boğaz kısmında bir türbe bulunuyormuş. Bu türbe bugün yoktur, sadece bazı izleri belli belirsiz olarak görülebilir. Anlatıldığına göre burada, halkın Acep Şîr Gâzî dediği Şeydi Sultan gömülüdür. Bu türbenin yanında bir de misafirhane varmış; bugün harap o
Tüm yöre halkı, kaç günden beri Abuş Beyi bekliyordu. Abuş Bey ilçeye niçin geliyordu, yurttaşlar tek onu bilmiyorlardı. Çünkü Abuş Bey büyük adam olduktan sonra, ilçeye bir kez uğramıştı. O da şöyle bir gelip geçmişti, yel gibi… Bayramlar olmuştu, seyranlar gelip geçmişti, ara ki bulasın Abuş Beyi? «Bu adam gayrı bizi defterinden sildi,» diye konuşulduğund