D harfi ile başlayan deyimler

Rate This Thread:
Results 1 to 1 of 1

Thread: D harfi ile başlayan deyimler

  1. Go to Thank YouDownload #1
    Go to Thank You
    Kıdemli Üye İnfo's Avatar

    Info

    Go to Top of Post

    Deyim D harfi ile başlayan deyimler

    D harfi ile başlayan deyimler

    Bu yazımızda sizlere D harfi ile başlayan deyimler , deyimlerin anlamları ve örek cümleler hakkında sizlere kısa bilgiler vereceğiz.

    D harfi ile başlayan deyimler

    Dağa çıkmak : Hükümete başkaldırıp dağda, kırsal yörelerde eşkıyalık yapmak.

    Dağa kaldırmak (birini) : İstediğini elde etmek için birini dağa kaçır mak.

    Dağ başı: -1. Kent dışı, ıssız yer. -2. Yasaların geçmediği, herkesin dilediğini yapabileceği yer.

    Dağdan gelip bağdakini kovmak : Sonradan geldiği halde oraya ken dinden önce gelip yerleşmiş olanların hakkını çiğnemek, onları be ğenmez olmak.

    Dağ (doğ ura doğ ura bir) fare doğurmuş (doğurdu) : “Büyük sonuç vermesi beklenen şey küçük bir verim sağladı.” anlamında.

    Dağ (dağlar) gibi: -1. Pek iri, çok güçlü (kimse). -2. Göz korkutacak ölçüde çok olan (şey).

    Dağlar dayanmaz : “Bu aa felaketin üzüntüsü dayanılacak gibi değil. anlamında.

    Dağ taş : Her yan, her taraf.

    Daha iyisi can sağlığı: Elde edilen bir şeyle ya da karşılaştırılan bir durumla yetinilmesi gerektiğinde söylenir.

    Daha (daha da) neler: -1. “Öyle şey olur mu?” -2. “Amma yaptın ha!” anlamında.

    Dalavere çevirmek (döndürmek) : Gizli bir iş çevirmek, yasadışı yol lardan iş becermek.

    Dalavere dönmek : Gizliden gizliye bir aldatmaca hazırlanmak.

    Dal budak salmak: -1. Bir konudaki haber ya da söylenti, her yana yayılıp genişlemek. -2. Gelişip büyümeye başlamak.

    Daldan dala konmak (atlamak) : Sık sık iş, konu ya da düşünce değiştirmek.

    Dalgacı Mahmut: Yapılması gereken bir işi benimsemeyen, kaytana kimse için şaka ya da alay yollu söylenir.

    Dalga geçmek : -1. Yapması gereken işle uğraşmayıp zihni başka yer de olmak. (Kars. Tünel geçmek.) -2. Biriyle alay etmek, belli etme den eğlenmek; matrak geçmek. (Kars. Maytaba atmak.) -3. Biriyle geçici gönül ilişkisi kurmak.

    Dal gibi: Çok ince, çok zayıf (kimse).

    Dalına basmak (birinin) : Hoşlanmadığı bir davranışta bulunup onu kızdırmak.

    Dalına binmek (birinin) : Onu tedirgin edici, kızdırıcı davranışta bulun mak.

    Dallanıp budaklanmak: Bir iş ya da bir sorun genişleyerek karmaşık bir durum almak, çözümü güç bir duruma gelmek.

    Dallı budaklı: Çok ayrıntılı, karmaşık, çapraşık, anlatılması ya da çözü mü güç olan.

    Dama çıkmak : Cinsel dürtüsü azmak, bunu dışa vurmak.

    Damağı kurumak : Çok susamak; boğazı kurumak.

    Damak zevki: Yiyeceklerden tat alma, yemekten haz duyma.

    Damarına basmak; Duyarlı olduğu bir konuya değinerek onu kızdır mak.

    Damarı tutmak : Huysuzluğu üzerinde olmak, aksiliği tutmak.

    Dama taş; gibi oynatmak (birini) : Bir kimsenin yerini keyfi olarak sık sık değiştirmek; onu bir yerden bir yere göndermek ya da atamak.

    Damdan düşer gibi: Birdenbire ve yersiz olarak söz söylemeyi, ya da söylenen sözü anlatmak için kullanılır.

    Damgasını taşımak (bir şey, bîr şeyin) : Bir şey söz konusu şeyin özelliğini taşımak.

    Damgasını vurmak (birine, bir şey): O kimse için kötü bir yargıya varmak; onu kötü bir adla adlandırmak.

    Damgasına vurmak (biri, bir şeye kendi): O şeye kendisiyle ilgisi olduğunu ya da kendi yapıtı olduğunu belli edecek nitelikler vermek.

    Damga vurmak (birine) : Onun hakkında kötü bir yargı vermek.

    Damga yemek ; Hakkında kötü bir yargı yerilmiş olmak.

    Damoktesira (Demoktes’in) kılıcı (gibi): Oiumsuz durumlarda gerçek leşme olasılığı bulunduğunu hissettiren tehdit.

    Dam üstünü saksağan, vur beline kazmaytı : Hiç ilgisi yokken ve birdenbire söylenen söz ya da söz söyleme için alay yollu kullanılır.

    Dananın kuyruğu kopmak : Beklenen ya da korkutan durum gerçek leşmek.

    Danışıklı dövüş : Başkalarını aldatmak ya da atlatmak amacıyla Önceden yapılmış gizli bir anlaşmaya dayanan tutum, davranış.

    Dara düşmek : Para sıkıntısı çekmek.

    Dara gelmek: -1. Aceleye gelmek. -2. Zorunda kalmak, mecbur olmak.

    Dara getirmek (bir şeyi, birini): Onu aceleye getirmek, onun sıkışık durumundan yararlanmak.

    Dar boğaz : Sıkıntılı, bunalımlı durum, dönem.



    Darda kalmak : -1. Paraca sıkıntıya düşmek. -2. Zor duruma düşmek

    Dar gelirli: Geliri, gereksinmelerini tam olarak karşılayamayan (kim se). (Kars. Orta direk.)

    Darısı (dostlar) başına : “İyi, mutlu bir olayın benzerlerini dostların da görmesini dilerim.” anlamında.

    Dar kaçmak (bir yerden, bîr şeyden): Kendisi için tehlikeli olabile cek bir yerden, bir şeyden güçlükle kurtulmak.

    Dar kafalı: -1. Anlama yeteneği sınırlı olan, anlayışsız (kimse). -2. Tu tucu (kimse).

    Davulu biz çaldık, parsayı başkası (el) topladı: “İşi biz yaptık, karşılı ğını başkası aldı.” anlamında.

    Dayak arsızı: Dayak yemeğe alışmış (kimse, özellikle çocuk).

    Dayak atmak (birine): Onu dövmek; kötek atmak.

    Dayak düşkünü (düşmanı) : Dövülmesine yol açacak hareketlerde bulunmayı alışkanlık haline getirmiş (kimse).

    Dayak kaçkını: Dayak hak etmiş (kimse).

    Dayak yemek: Dövülmek; kötek yemek.

    Dediği dedik (çaldığı düdük): Kendi bildiğinden dönmeyen, sözün de ısrar eden (kimse).

    Dediğine gelmek : Birinin önceden kabul etmediği düşüncesini sonra dan uygun bulmak

    Defibela kabilinden : (esk.) Başından savmak için istemeye istemeye:

    Defihacet etmek :fesk.) Büyük aptesini yapmak (Kars. Aptest boz mak.)

    Defterden silmek (birini) : Onun adını anmaz olmak, onunla ilişkiyi kesmek, yakınlığa son vermek

    Defteri dürülmek : Öldürülmek -2. İşten uzaklaştırılmak

    Defteri kabarmak : Borcu çoğaldıkça çoğalmak.

    Defteri kapamak: Sözü edilen işi artık yapmaz olmak, o işten bun dan böyle hiç söz etmemek.

    Defterini dürmek (birinin) : -1. Onu öldürmek ortadan kaldırmak. -2. Onu perişan edecek bir düzen kurmak.

    Değer biçmek (bir şeye) : O şeyin paraca _ karşılığını saptamak, fiyatı nı belirlemek, kıymet biçmek.

    Değer vermek : Özel İlgi ve saygı göstermek; k.yms-t w#nm-.k.

    Değil mi ki: Madem, mademki.

    Değirmenin suyu nereden geliyor? : “Söz konusu İşin yapılmasını karşılayacak para nasıl sağlanıyor?” anlamında.

    Değiştokuş etmek : Değerce eşit olan şeyleri karşılıklı alıp vermek, ta kas etmek

    Değme keyfine : “O durumdan çok hoşnut, memnun.” anlamında.

    Deli çıkmak : Aklım kaç r m ak.

    Deli divane olmak: Bir şeye, kimseye aşırı derecede tutkun olmak; onu çıldırasıya sevmek

    Deli dolu : Kabına sığmayan, taşkın ruhlu (kimse).

    Delik deşik etmek (bir şeyi, birini*): -1. Bir şeyin her yanında delikler açmak -2. Yaralayıcı bir aletle bir canlının vücudunda birçok yara aç m ak.

    Deliksiz uyku : Hiç ara vermeden uyunulan ve uzun süren uyku.

    (Kars. Ağır uyku.)

    Deli olmak (bîr şeye) : -1. Ona kendinden geçercesine bağlanmak onu çok sevmek -2. O şeyden ötürü çok sinirlenmek

    Deli pösteki sayar gibi: Çok karışık, çok parçalı ve iç sı ki a bir işle uğ raşır tarzda.

    Deli saçması: Çok saçma ve anlamsız söz.

    Deme gitsin (değme gitsin): “Anlatılması çok güç.” anlamında.

    Demeye getirmek: Düşüncesini dolaylı yoldan söylemek; dediği gibi olmasını, yapılmasını ima etmek

    Demir atmak: Bir yerde uzun süre kalmak

    Demir gibi: -1. Pek sağlam, katı, sert (şey). -2. Çok kuvvetli (kimse).

    Demir leblebi: -1. Başarılması çok zor olan iş. -2. Alt edilmesi güç, ödün vermeyen, inatçı (kimse).

    Dem vurmak (bir şeyden) : Bir konudan söz etmek



    Demokles’in kılıcı (gibi): bk Damokles’in kılıcı (gibi).

    Deneme tahtası: Üzerinde bilgisizce tedavi, onarım gibi iş yapılan kimse ya da nesne.

    Dengi dengine : Herkes, eşit olduğu, kendine uygun olan kimseyle.

    Denizden geçip derede boğulmak : bk Çaydan geçip derede bo ğulmak.

    Denk gelmek: -1. (Biçim yönünden) Uygun düşmek uygun gelmek -2. (Zaman yönünden) İyi rastlamak, uygun gelmek.

    Derdi günü : -1. Baş düşüncesi . -2. Asıl uğraşısı.

    Derdine düşmek (bir şeyin) : -1. Yersiz bir hevese kapılmak. -2. Ya pılması gereken bir şeyi gerçekleştirmenin yollarını aramak

    Derdini dökmek : Derdini, sıkıntılarını ayrıntılarıyla anlatmak.

    Derdini Marko Paşa’ya anlat : “Derdini giderecek, seni dinleyecek

    kimse yok.” anlamında.

    Dereden tepeden (konuşmak) : Şundan bundan, bir konudan diğeri ne geçerek (konuşmak).

    Dereyi görmeden paçaları sıvamak: Ortada hiçbir neden yokken ha zırlanmaya başlamak.

    Derinden derine : -1. İyice uzaklardan, anlaşılmayan yerlerden. -2. Ol dukça gizli, hiç kimseye duyurmadan.

    Derin derin düşmek : -1. Üzüntülü düşüncelere dalmak. -2. Uzun sü re düşünceye dalmak.

    Derisini yüzmek : -1. Birinin varını yoğunu zorla elinden afmak. -2. İş kence ederek öldürmek.

    Derli toplu : Düzeni seven, tertipli (kimse). -2. Düzgün, düzenli (şey).

    Derme çatma : -1. Gelişigüzel nesnelerden yapılan (ev vb.). -2. Ora dan buradan devşirilen (düşünce vb.).

    Ders almak (bir şeyden) : Genellikle kötü bir olaydan yararlı sonuç çı karmak; ibret almak.

    Ders olmak (bir şey, birine): O şey bir kimse için öğretici bir örnek oluşturmak; ibret olmak.

    Ders (dersini) vermek (birine) : -1. Sert bir karşılıkla onu yola getir mek, sert davranmak, azarlamak. -2. Oyunda yenmek.

    Dert ortağa: İnsanın kötü günlerinde dertlerini dinleyen, çözümlemeye Çalışan dostu, arkadaşı.

    Dertsiz başını derde sokmak : Hiç gerekmediği halde, kendisi için tehlikeli ya da can sıkıcı olacak bir işe girişmek.

    Dert yanmak (bir şeyden, birinden) : O şeyler, kimseyle ilgili şikâyet te bulunmak.

    Desteksiz atmak : Bir şeyden abartarak söz etmek, bir temele dayan madan konuşmak.

    Dev adımlarıyla ilerlemek : Kısa sürede pek büyük bir gelişme göster mek.

    Devede kulak : Karşılaştırılan şeye göre daha önemsiz, küçük1 olan (şey).

    Deve gibi: Uzun boylu ve hantal (kimse).

    Deve kini: Unutulmayan, kolay kolay geçmeyen kin.



    Devekuşu gibi başını kuma gömmek, (sokmak) : -1. Bir tehlike anın da hiç yaran olmayacağı halde kendisini korumaya çalışmak. -2. Baş kalarını aldattığını sanıp aslında kendisini aldatmak.

    Deveyi havutuyla (hamutuyla) yutmak: Haksız çıkar sağlamak, hır sızlık etmek.

    Devlet kapısı: Devlet dairesi, devlet işlerinin görüldüğü resmi daire.

    Devlet kuşu : İyi talih.

    Devlet sırrı (gibi): Son elerce gizli tutulan şey.

    Devreye girmek: Çözüm getirmek amacıyla ilgilenmek, kanşmak, araya girmek.

    Dırıltı çıkarmak : Kavga, tatsızlık çıkmasına neden olmak.

    Dışarı uğramak: Kendini bir anda dışarı atı vermek.

    Dışa vurmak (bir şeyi): -1. Onu belli etmek, tutum ve davranışların dan, bir şeyin etkisinde olduğu belli olmak. -2. Duygularını saklama yı p belli etmek. .

    Dışı eli yakar, içi beni: Başkalarına iyi ve elverişli görünen, asıl ilgili kişiye gerçekte kötülük getiren şey, durum ya da kimse için kullanılır.

    Dibi kırmızı balmumuyla çağırmak (birini): Onu özel bir önem vere rek çağırmak.

    Dibine darı ekmek (bir şeyin): Ona şeyi tümüyle tüketmek, hiçbir şey bırakmamak.

    Dibi tutmak: Kaynamakta olan bir tencerenin içindeki yemeğin dipte kalanı tencereye yapışmak.

    Didik didik etmek (bir şeyi, yeri) : Onu, orayı en küçük ayrıntısına ka dar incelemek, aramak.

    Dik âlâsı (bir şeyin): Hoş olmayan bir durum ya da hoş karşılanma yan bir davranışın son kertesi.

    Dik başlı (kafalı): Boyun eğmez, asi karakterli, inatçı (kimse).

    Dik dik bakmak (birine, yüzüne) : O kimseye sert, kızgın, öfkeli bir ifa deyle bakmak.

    Diken üstünde gibi (olmak) : Tedirgin, rahatsız (ot m ak).

    Diken üstünde oturmak (durmak) : -1. Eğreti bir biçimde oturmak. -2. Tedirgin bir durumda olmak. -3. Bulunduğu yerden her art gidecek, aynlacakmış gibi olduğunu düşünmek.

    Dikili ağacı olmamak : Hiç malı mülkü olmamak.

    Dikine gitmek (birinin): O kimsenin sözünü dinlemeyip kendi bildiği ni yapmak.

    Dikiş tuturamamak : Çeşitli nedenlerle bir iş yerinde tutunamamak.

    Dikiz etmek (birini, bir yeri, şeyi): Onu gözetlemek, ona gizlice bak mak.

    Dik kafalı: bk. Dik başlı.

    Dikte etmek (bir şeyi, birine): İsteklerini ona zorla kabul ettirmek

    Dikkate almak (bir şeyi): Onu da gözönünde bulundurmak. (Kars. Göz önüne almak, hesaba katmak, kaale almak.

    Dil çıkarmak (birine): Onunla alay etmek, eğlenmek.



    Dilden dile dolaşmak: Bir haber, herkesin ağzında söylenir olmak, herkesçe konuşulmak

    Dil (diller) dökmek (birine): Kandırmak, inandırmak ya da yaranmak İçin onun hoşuna gidecek sözler söylemek, yalvarmak yakarmak.

    Dile (dillere) düşmek : Yaptıkları hakkında dedikodu çıkmak; dile gel mek.

    Dile gelmek: -1. bk. Dile düşmek -2. Konuşma yeteneği yokken ya da herhangi bir nedenle bu yeteneğini kaybetmişken konuşmaya başlamak.

    Dile getirmek (bir şeyi, birini) : -1. Onu açıklamak, anlatmak. -2. Onu konuşturmak.

    Dile kolay : “Anlatması kolay gibi görünür ama öyfe zor, öyle güç ki!” anlamında.

    Dili açılmak (çözülmek): Herhangi bir nedenle konuşmazken konuş maya başlamak.

    Dili ağırlaşmak : Hastalığı yüzünden güçlükle konuşmak

    Dili bir karış : Büyüklerine karşı konuşurken saygısızlık eden kimse için söylenir.

    Dili bir karış dışarı çıkmak : Çok yürümekten ya da konuşmaktan do layı aşırı yorulmak.

    Dili çalmak : Konuşması, söyleyişi bir başka dili andırmak.

    Dili çözülmek : bk. Dili açılmak.

    Dili damağı kurumak : Çok konuşmaktan, heyecandan, susuzluktan ağzı kurumak, çok susamak; boğazı, damağı kurumak.

    Dili damağına yapışmak : Uzun süre su içmediğinden ağzı kurumak

    Dili dolaşmak: Korkudan, hastalıktan ya da sarhoşluktan söyleyeceği şeyi bir türlü anlatamamak

    Dili döndüğü kadar: Anlatım gücü elverdiği ölçüde.

    Dili dönmemek : Anlatmak istediğini tam söyleyememek

    Dilimin ucunda : Bir adın, sözün, çok iyi bilindiği halde bir türlü anım-sanamaması durumunda söylenir.

    Dilinden anlamak (birinin, bir şeyin) : -1. Onun ne demek istediğini kavramak. -2. Söz konusu şeyin özelliğini, o şey üzerinde ne yapıl ması ^gerektiğini bilmek

    Dilinden düşürmemek (bir şeyi, birini) : Hep aynı kişiyi ya da şeyi anlatmak, hep ondan söz etmek.

    Dilinden kurt ula mamak : Eleştirilerinden, siteminden, iğnelemelerin den, sataşmalarından kurtulamamak.

    Dilinde tüy bitmek: Nasihat etmekten, yol göstermekten bıkıp usan mak.

    Diline dolamak (bir şeyi, birini) : -1. Aynı şeyi sık sık her yerde söyle mek. -2. Bir kimseyi her yerde kötüleyip durmak.

    Dilini eşek arası soksun : “Bundan böyle hoşa gitmeyecek söz söyle yemez ol (olsun)” anlamında ilenç sözü.

    Dilinin altında bir şey olmak : Söz ve davranışlarından bir şeyler sak ladığı belli olmak.

    Dilinin ucuna gelmek (bîr şey) : O şeyi, söyleyecek durumdayken herhangi bir düşünceyle söylemekten vazgeçmek.

    Dilinin ucunda olmak : Çok iyi bildiği bir şeyi o anda hatırlayanıamak.

    Dilini tutmak: Sonunu düşünerek rastgele söz söylemekten sakın mak.

    Dili tutulmak : Korku, heyecan yüzünden konuşamaz duruma gelmek.

    Dili uzamak : Haddini bilmeden konuşmaya başlamak.

    Dili varmamak (bir şeye, söylemeye) : Kötü bir şey söylemeye niyet lenmişken söylememek, kendini tutmak; ağzı dili varmamak.

    Dillere destan olmak : Herkes tarafından uzun uzun kendisinden söz edilir olmak.

    Dil uzatmak (bir şeye, birine): Saygı duyulan bir kimse ya da kutsal bir yer, şey hakkında yakışık almayacak, aşağılayıcı sözler söytemek.



    Dil yarası: Acı sözün yarattığı gönül kırgınlığı.

    Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak : Daha iyi şeyler elde etmeye çalışırken elindekini de yitirmek.

    Dinden imandan çıkmak : Çok öfkelenmek.

    Dini bütün : Dinine çok bağlı, inana sağlam olan, dindar (kimse).

    Dini imanı para : Paraya tapar gibi düşkün olan, paradan başka hiçbir şey düşünmeyen (kimse).

    Dip bucak : -1. Göze çarpmayan yer. -2. Kıyı köşe.

    Dirlik düzenlik : Birlikte yaşayan, çalışan kimseler arasındaki iyi geçin me duruma.

    Dirlik yüzü görmemek : Yaşamı boyunca huzur ve rahata kavuşma mak.

    Dirsek çevirmek (birine) : Daha önce işbirliği yaptığı kişiye, çıkar iliş kisi son bulunca olumsuz tavır takınmak. (Kars. Yüz çevirmek.)

    Dirsek çürütmek: Bilgisini arttırmak İçin uzun süre masa başı çalış ması (öğrenim) yapmış olmak.

    Diskur geçmek (çekmek) (birine): Onunla yaptıktan, yapması gere kenler konusunda uzun bir konuşma yapmak; nutuk çekmek.

    Diş bilemek (birine): Kızdığı birine kötülük yapmak için fırsat kolla mak.

    Dişe dokunur : İşe yarar, belirtilmeye değer, önemli.

    Diş geçirememek (birine): O kimseye istediğini yaptırmaya gücü yet memek.

    Dişinden tırnağından artırmak : Yiyeceğinden, giyeceğinden keserek para biriktirmek.

    Dişinin kovuğuna (oyuğuna) bile gitmemek: Yediği yiyecek ya da el de ettiği, payına düşen şey kendisine pek az gelmek.

    Dişini sıkmak : Güçlük ve sıkıntılara katlanmak, dayanmak.

    Dişini tırnağına takmak: Çok büyük güçlüklere, sıkıntılara, katlanmak; bütün gücünü kullanmak.

    Diyeceği olmamak: Bir itirazı, söyleyecek herhangi bir sözü bulunma mak.

    Dize gelmek: -1. Baş eğmek, boyun eğmek. -2. Yenilip teslim olmak.

    Dize getirmek (birini) : -1: Kendisine direneni alt ederek buyruğuna uyacak duruma getirmek. -2. Yenip teslim almak.

    Dizini dövmek : Çok pişman olmak.

    Dizinin dibi: Yanı başı.

    Dizleri kesilmek: Dizlerinde derman, güç kalmamak.

    Dizlerinin bağı çözülmek : Korku, aşırı yorulma gibiTar nedenle ayak ta duramayacak duruma gelmek.

    Dobra dobra (söylemek, konuşmak): Hiç çekinmeden, sakınmadan, gerçeği, düşündüklerini olduğu gibi (söylemek).



    Doğru bulmak (bir şeyi) : Onu uygun görmek, onaylamak.

    Doğru çıkmak : Gerçek olduğu gibi anlaşılmak.

    Doğrudan doğruya: Hiçbir aracı kullanmadan, araya başka bir şey girmeden.

    Doğru doğru dosdoğru : “En doğrusu şu ki.” anlamında.

    Doğru durmak : Uslu.durmak, yaramazlık yapmamak.

    Doğru dürüst: -1. Kusuru, yanlışı, eksiği olmayan kimse ya da şey için söylenir. -2, Kusursuz, yanlışsız, eksiksiz biçimde, tam olarak.

    Doğru oturmak : Uslu durmak.

    Doksan kapının ipini çekmek: Her yere uğramak; kırk kapının ipini çekmek.

    Dokuz canlı: Ölümle sonuçlanabilecek birçok tehlikeyi atlatıp sağ ka labilen (kimse ya da canlı).

    Dokuz doğurmak : Merakla, heyecanla, korkuyla beklemek.

    Dokuz yorgan eskitmek (parçalamak): Çok uzun yaşamak.

    Dolap beygiri gibi dönüp durmak : Dar bir çevrede aynı işi sürekli olarak yapıp durmak.

    Dolap çevirmek (döndürmek) : Hile ile, yalan dolan ile iş görmek, dü zen kurmak.

    Dolu dizgin gitmek : -1. Son hızla koşmak. -2. Önüne geçilemeyecek biçimde olmak.

    Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı: “Hangi yolu dene di yse m olmadı, çözüm yolu bulamadım.” anlamında.

    Domuzdan (bir) kıl çekmek (koparmak): Sevilmeyen ya da eli sıkı olan birinden az da olsa bir şey elde etmek. ‘

    Dona, çekmek (hava): Hava sulan donduracak ölçüde soğumak.

    Don çözülmek : Hava ısınmaya başlayarak buzlar çözülmek.

    Don gömlek : Üzerinde sadece iç çamaşırı olmak üzere.

    Don tutmak : Donmak, buz tutmak.

    Dost düşman : Herkes.

    Dosta düşmana karşı: Dosttan üzmemek, düşmanları sevindirmemek için.

    Dostlar alışverişte görsün (diye) : “Sın” gösteriş olsun, iş görüyor den sin (diye).” anlamında.

    Dostlar başından (dostlardan) ırak: “Dostlar böyle kötü durumlarla karşılaşmasınlar.” anlamında.

    Doyum olmamak (bir şeye): O şeyden hiçbir şekilde bıkmamak, tadı na doyulmamak.

    Dozunu ayarlamak : Ölçülü olmak; ölçülü davranmak.

    Dozunu kaçırmak : Aşırı gitmek, ölçüyü aşmak.

    Dönüm noktası: Bir olayın ulaştığı yeni bir aşama.

    Dört ayak üstüne düşmek: Ummadığı bir şeyi, fazla emek harca madan edinivermek.-2.Tehlikeli bir durumu kazasız belasız atlatmak.

    Dört başı mamur (bayındır): Her bakımdan istenildiği gibi olan, ku sursuz, mükemmel, yetkin.

    Dört bir tarat: Her yer, her taraf.



    Dört dönmek : Bir iş için telaşla oraya buraya koşmak, koşuşturup dur mak.

    Dört dörtlük : Her yönüyle tam, kusursuz, mükemmel olan.

    Dört duvar arasında (kalmak) : Evde, kapalı bir yerde (kalmak),

    Dört elle sarılmak (yapışmak) (bir şeye) (birine) : -1. O şeyi İyice benimseyerek ve özenle yapmak için ele almak. -2. Destek ya da yardım umulan kimseyle sıkı bağlar kurmak.

    Dört gözle bakmak : Dikkatlice bakmak.

    Dört gözle beklemek : Çok isteyerek, özlemle,-sabırsızlıkla beklemek.

    Dört köşe olmak; Çok keyiflenmek, büyük zevk duymak, çok sevin mek.

    Dört yanı deniz kesilmek : Her yönden çaresizlik, umutsuzluk içinde kalmak.

    Dudak bükmek: Bir şeyi beğenmediğini belirten davranışta bulun mak, umursamamak.

    Dudak ısırmak : -1. Biçimsiz, ayıp bir duruma şaşmak. -2. Hayran kal mak.

    Dudakları titremek : Ağlayacak duruma gelmek.

    Dudak sarkıtmak : Hoşnutsuzluğunu, üzüntüsünü yüz ifadesiyle belli etmek; surat asmak, somurtmak.

    Dudak tiryakisi: Sigarayı dumanını içine çekmeden dışarı üfleyerek içen tiryaki.

    Duman almak (bir yeri) (bir şeyden) : -1. Orayı sis bürümek, sis kap lamak. -2. Sigaradan ya da sigara gibi sarılmış uyuşturucudan içine çekmek.

    Duman altı olmak: Esrar içilen bir yerin havasından etkilenmek.

    Duman attırmak : Birini üstünlüğünü göstererek korkutmak, sindirmek.

    Duman etmek (birini, bir şeyi): -1. Onu yok etmek, dağıtıp bozmak. -2. Başarı göstermek, yenmek.

    Dumanı üstünde : Çok yeni, çok taze olan.

    Duman olmak : İşi, durumu bozulup, çok kötü duruma düşmek.

    Dumura uğramak : Körelmek, canlılığını yitirmek, işlevini yapamaz ol mak.

    Dur dinlen yok (dur otur yok, dur durak yok) : Durup dinlenme bil meden, hiç ara vermeden sürekli çalışmayı anlatır.

    Dur kendime yer edeyim, bak sana neler edeyim : “Bana neler ne-ler yaptığını biliyorum, hele bir buraya yerleşeyim, sonra gör, sana neler yapacağım.” anlamında tehdit sözü.

    Durdu durdu, turnayı gözünden vurdu : “Bıkmadı, sabretti, ama so nunda olumlu bjr sonuç, güzel bir şey ya da büyük bir kazanç elde etti.” anlamında gıpta sözü.

    Durduğu (durduk) yerde : -1. Hiçbir emek harcamadan. -2. Gereği ol madığı halde, hiç gereği yokken; durup dururken. -3. Hatası ya da suçu olmadığı halde.

    Durmuş oturmuş : -1. Davranışları ve düşünceleri tutarlı olan, olgun (kimse). -2. Büyük sorunları kalmamış, uzun süredir rahat bir yaşa ma biçimine girmiş (yer)..

    Durumu bozulmak: -1. Parasal gücü azalmak, giderleri karşılayamaz olmak. -2. Eriştiği güzel durum kötüye gitmek.

    Durumu düzelmek: -1. Parasal gücü iyileşmek. -2. önceki iyi durumu na kavuşmak.

    Durup dinlenmeden : Aralıksız, arka arkaya, sürekli olarak. *

    Durup dururken : -1. Birdenbire, ansızın, -2. Hiçbir neden yokken, hiç gereği olmadığı halde, hiç gereği yokken, durduğu yerde.

    Dut gibi olmak: -1. Çok içip sarhoş almak. -2. Utanmak, bozum ol mak, mahcup olmak.

    Dut yemiş bülbüle dönmek : Önceleri neşeli ve konuşkan iken» hiç sesi çıkmaz olmak.

    Duymazlıktan (duymamazlıktan) gelmek : Duymamış gibi davran mak.

    Düdük gibi: (Pantolon için) Kısalmış, dar, sıkı.

    Düdük makarnası: Anlayışsız, sersem (kimse).



    Düğüm noktası: Bir işin sonuçlandın İm ası için öncelikle çözüme ka vuşturulması gereken en zor yanı.

    Düğümü çözmek : Anlaşılması güç bir şeyi açıklığa kavuşturmak.

    Düğüm üstüne düğüm atmak : Hiç para harcamayıp birikim yapmak.

    Düğün bayram etmek : Çok sevinmek.

    Düğün değil bayram değil, eniştem beni niye öptü : “Ortada bir ne den yokken, niçin bu kadar yakınlık gösteriyor.” anlamında.

    Dümdüz etmek (bir şeyi, yeri) : Onu yıkmak, kırıp dökmek, ezmek, yerle bir etmek.

    Dümdüz olmak : Ezilmek, yıkılmak, kırılıp dökülmek, yerie bir olmak.

    Dümen çevirmek : Hileye başvurarak iş görmek.

    Dümen suyunda gitmek (birinin) : Bir kimseye her yönden bağımli ol mak, onun izinden yürümek.

    Dümen yapmak : Dalavereyle, hüeyie başkasını aldatmaya çalışmak.

    Dümenine bakmak : Çıkarından başka işle uğraşmamak, yasadışi yol-iarla da olsa çıkarına çalışmak.

    Dün bir bugün iki: “Daha çok. fazla zaman geçmiş değil.” anlamında bir şeyin erken olduğunu anlatır.

    Dün gibi: Çok yakın zamanda olmuş, yaşanmış gibi.

    Dünden bugüne : Çabucak, az zamanda.

    Dünden razı (hazır): “Bir öneriyi hemen seve seve kabul eden kimse için söylenir.

    Dünkü çocuk : Genç, acemi, deneyimsiz (kimse).

    Dünya ahret kardeşim olsun : “Karşı cinsten bir kimseye kardeşlik duygusundan başka bir duygu beslemem, kardeşim gözüyle baka rım, ona kötü gözle bakmam.” anlamında.

    Dünya âlem : Herkes, tüm insanlar.

    Dünya başına yıkılmak : Dayanamayacağı kadar büyük bir yıkıma uğ rayıp tüm umutlarını yitirmek, dirliği ve düzeni karmakarışık olmak.

    Dünya bir araya gelse : “Tüm insanlar birlikte davranarak karşı olsa, engel olmaya çalışanlar çıksa bile, vız gelir.” anlamında.

    Dünyadan elini eteğini çekmek : Çevresiyle, çevresinde olan bitenler le ilgisini kesmek, dünya işleriyle ilgilenmez olmak. (Kars. Bir köşe ye çekilmek, inzivaya çekilmek.)

    Dünyadan geçmek (el çekmek, vazgeçmek) : Bir köşeye çekilip, top lum yaşamından uzak durmak, kendi halinde yaşamak.

    Dünyadan haberi olmamak : Çevresinde neler olup bittiğinin farkında olmamak.

    Dünyada olmaz (gelmez vb): Kesinlikle olmayacak yapılmayacak bir şey için söylenir; hayatta olmaz.

    Dünya durdukça : Sonsuzluğa dek, ebediyen.

    Dünya evine girmek : Evlenmek, yuva kurmak.

    Dünya (gözüne, ona) zindan olmak (kesilmek) : Umutlarını yitirmek, karamsarlığa düşmek.

    Dünya gözüyle (görmek}: Sağ iken, ölmeden Önce, sağlrğında (gör mek).

    Dünya kadar : İstemediğin kadar, çok bol.

    Dünya kazan ben kepçe : “Çok arandı, aranmadık yer bırakılmadı, her yer gezildi.” anlamında.

    Dünyalar onun olmak: Çok sevinmek.

    Dünyalığı(m) doğrultmak : Yaşadığı sürece yetecek kadar para kazan mak ya da gelir sağlamak.

    Dünyanın kaç bucak (köşe) olduğunu anlamak: Yaşamın zorluğu nu, insanın çetin engellerle karşılaşabileceğini öğrenmek; Hanyayı Konya’yı öğrenmek.

    Dünyanın kaç bucak (köşe) olduğunu göstermek (birine) : Onu yap tığına pişman etmek, ona hak ettiği cezayı vermek.

    Dünyanın öbür (bir) ucu : Çok uzak yer.

    Dünyası yıkılmak : Yaşama umudu yıkılmak, güzel hayalleri son bul mak.

    Dünya varmış : “Oh! bunaltıcı, üzücü, sıkıntılı bu durumdan kurtul dum.” anlamında.

    Dünyaya gelmek: Doğmak.

    Dünyaya getirmek: Doğurmak.

    Dünyaya gözlerini kapamak (yummak): Ömrü bitip Ölmek.

    Dünyaya kazık kakmak : Çok yaşamak, uzun ömürlü olmak.

    Dünyayı gözü görmemek: Sıkıntı, üzüntü, öfke, karamsarlık, hınç ya da çok mutlu olma gibi durumlarda başka bir şey düşünmemek.

    Dünyayı haram etmek (birine) ; Ona hayatı yaşanılmaz duruma getir mek.

    Dünyayı toz pembe görmek : En kötü, en acıklı durumlarda bile iyim ser olabilmek, durumun iyi yönleri bile olduğunu düşünmek.

    Dünyayı tutmak : Her yerde duyulmak, ünü yayılmak.

    Dünya yıkılsa umurunda değil: Sorum M uk duygusu gelişmemiş, hiç bir şeyle ilgilenmez, kaygısız, tasasız, gamsız kimse için söylenir.

    Dünyayı zindan etmek (birine) : Onu çok sıkıntılı bir duruma sokmak.

    Dünya zindan olmak (birine) : Umutlarını yitirmek, İyice karamsar ol mak.

    Dürbünün tersiyle bakmak (bîr şeye) : Söz konusu şeyi çok küçüm semek, olduğundan daha az değerli, önemli görmek.

    Düş görmek : Uyurken zihinde olay ve düşünceler belirmek; rüya gör mek.

    Düş gücü : Bir şeyi zihinde canlandırma, yaratma, düşünme yeteneği; hayal gücü.

    Düş kırıklığı: Çok istenilen, beklenilen ya da umulan bir şeyin gerçek leşmemesi halinde beliren duygusal durum; hayal kırıklığı.

    Düş kurmak : Olmamış bir şeyi, olması olanaksız ya da gelecekte ola bilecek bir şayi hayalinde canlandırmak; hayal kurmak.

    Düşe kalka : Güçlüklerle karşılaşarak, zor bela; iyi kötü.

    Düşüncesini açmak (birine) : Herhangi bir konudaki görüşünü, endi şesini bildirmek.

    Düşüncesini almak : Herhangi bir konuda görüşünü öğrenmek.

    Düşüncesini okumak : Birinin ne düşündüğünü anlamak.

    Düşünceye dalmak : Dalgın bir durumda derin derin düşünmek.

    Düşünceye varmak: Bir kanıya ulaşmak, çözümü bulmak.

    Düşün düşün, boktur işin : Durumu kötü olan, hiçbir çıkar yol bulama yan kimsenin kendi kendine söylediği söz.

    Düşünüp taşınmak : Bir konuyu her yönüyle iyice düşünmek, buna gö re karar vermek.

    Düşüp kalkmak (biriyle): -1. Biriyle yasa ve törelerin uygun görmedi ği biçimde, birlikte yaşamak. -2. O kimseyle yakın ilişki içinde bulun mak, yakın arkadaşlık etmek.

    Düttürü Leyla: Çok dar ve kısa giyinmiş kadın için söylenir.

    Düzene koymak (sokmak) (bir şeyi): -1. Yolunda gitmesini sağla mak, uygun biçimde çalışır duruma getirmek. -2. Dağınıklıktan kurta rıp derli toplu duruma getirmek.

    Düzen kurmak: -1. Gerekli araç ve gereçleri kullanıma sokarak, onla ra işlerlik kazandırmak. -2. Hileye başvurmak, dolap çevirmek.

    Düzlüğe çıkmak : Engelleri aşmak, işini,yoluna koymak.




Thread Information

Users Browsing this Thread

There are currently 1 users browsing this thread. (0 members and 1 guests)

Posting Permissions

  • You may not post new threads
  • You may not post replies
  • You may not post attachments
  • You may not edit your posts
  •