Bundan uzun yıllar önce geçmi zamanlardan birinde zenginliği ile tanınan bir hükümdar varmış. Bu hükümdar gittiği her yere hazinesini de götürür ve sergiye çıkarırmış. Hazinesini sergilemekten onur duyar mutlu olurmuş.Bu hükümdarın yaşamı süresince güvendiği tek kişi bilge bir kişiymiş. Bir gün yine hükümdar ile bilge konuşurlarken hükümdar bilgeye şöyle bir soru
Uzun uzun yıllar önce günün birinde, bir bilge çölde öğrencileriyle otururken onlara şöyle bir soru sormuş:“Geceyle gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak karanlık ne zaman başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?”Öğrencilerden biri şöyle cevap vermiş:“Uzaktaki sürüye bakarım, eğer koyunu keçiden ayıramıyorsam işte o zaman akşam olmuş demektir.” diye cevap vermiş.
Bir varmış, bir yokmuş. Bundan uzun uzun yıllar önce geçmiş zamanın birinde küçük bir köy varmış. Bir gün bu köyde yaşayan bir çiftçinin eşeği kör bir kuyuya düşmüş.Eşek kör kuyunun içinde sesini sahibine duyurabilmek için saatlerce acı içinde kıvranıp bağırmış. Ağlamış, ağlamış….Sonunda eşeğin sahibi eşeğin bağırma seslerini duymuş. Hemen kuyuya bakmış.
Bundan uzun uzun yıllar önce günün birinde bir ermişe şöyle bir soru sormuşlar;“Sevgiyi gerçekten yaşayan bir kişi ile onu dilinden kalbine indirmemiş olan bir kişiyi birbirinden nasıl ayırt ederiz” Ermiş onlara bunun nasıl yapıldığını şu şekilde göstermiş.Önce sevgiyi sözde yaşayan kişileri çağırarak onlara sofra hazırlamış. Hepsi yerlerine oturmuşla
Zaman zaman içinde evvel zaman, kalbur saman içinde, bundan uzun uzun yıllar önce ülkelerden birinin bir küçücük köyünde, Bilge Hoca adında, bir bilge filozof yaşarmış. Filozofun bilgeliği bütün ülkede bilinir, başı dara düşen herkes danışmak için ona gelirmiş.Günün birinde filozofun kapısı çalınmış. Filozof kapıyı açtığında bir delikanlı dururmuş karşısında.