Anadolu’nun çam kokulu yalçın dağlarının eteğinde kurulmuş eski bir ticaret şehri vardı. İlkbaharda çağlayan suları, kekik kokulu rüzgarları, gelinciklerle süslenen, mor sümbüllerle bezenen tarlaları, çeşit çeşit meyveleri ile insana huzur ve saadet veren bu şehirde servet ve asalette birbirine denk iki tüccar yaşardı. En sıkıntılı zamanlarda birbirine
Düşümde Düş gördüm, uyandığımda gerçekler düştü.Adam, gecenin uğultusu ile uyandı. Karanlıkta rüzgarın şöleni vardı. Odanın içinde bir aşağı bir yukarı gezindi. Pencerenin arkasında durdu. Perdeyi araladı. Dışarıya göz attı. Düşünce yumağı halinde bir süre daha dolaştıktan sonra pencereyi açtı. Yıldızlı, ayaz ve kar kokan havayı içine çekti. Karısı gürültüye uyan
RefakatçiSaat 05:30 günün ilk ışıkları etrafa yayılıyor. Yumuşak bir ses “Günaydın.Nasılız bakalım bu sabah…” diyerek hasta odasına girer. “Günaydın hemşire hanım iyiyim. ” “Tansiyonumuzu ölçelim. Hııı… Çok iyi… şimdi termometreyi veriniz. Bakalım ateşimiz kaçmış. Ver bakalım kolunu , O güzel damarlarından da kan al
“Kayayı İtmek” başlıklı hikayesini oku;Değerli yazarlarımızdan Murat Çiftkaya’nın çok güzel hikayelerinden sadece birisidir ‘Kayayı İtmek.’ Okumadan geçmeyiniz lütfen.Fakir bir genç adam geceleyin kulübesinde uyurken, uyku ile uyanıklık arasında odasının ışıkla dolduğunu gördü. Gaipten gelen bir ses ona şöyle dedi:“Bundan böyle
Sınır uyuşmazlığı başladı aralarında. Kişisel sınırların birbirine dokunmadığı bir sorun bu. İlk elde akla gelen, karşılıklı sınır çiğnemesi filan değil. Kent kocaman, ilişkilerini yutmuş gibi.Yedi yıllık, düzenli, düzeyli, birbirini eksiltmeyen, geliştiren ve tamamlayan bir ilişkileri vardı. Yedi yıl! gibi bir vurgu, ağırlıktan çok, belirsizlik çağrıştırıyor. Oy