Büyülü Muhabbet Çiçeği

Vaktiyle bir padişah ve bunun üç oğlu varmış. Padişah da insan, günün birinde hasta olup yatağa düşmüş. Durumu günden güne kötüye gittiğinden, son saatinin yaklaştığını sezmiş ve oğullarını çağırtarak, demiş ki:

– Ben ölünce en büyüğünüz padişah olsun. Bir felakete, bir sıkıntıya rastlarsa ava gitsin. Yolun üçe ayrıldığı yere geldiği zaman sağdakine sapsın; soldakine veya  ortadakine  ayak atmasın…

Birkaç gün, daha geçince padişah ölmüş. Oğulları ağlamışlar.  Onu gömmüşler ve büyük oğlan babasının yerine geçmiş… Aradan epey zaman geçmiş. Bir gün düşmanları genç padişaha kötülüğe kalkışmışlar. Bu güç durumda genç padişah, babasının dediği gibi ava gitmek için hazırlanmış. Bir ata binmiş vezirlerinden birini de yanına alarak yola çıkmışlar. Gitmişler, gitmişler; nihayet yolun üçe ayrıldığı bir noktaya gelmişler. Padişah babasının niçin yalnız sağdaki yolu tavsiye ettiğini merak etmiş:

“Kim bilir, orda ne vardır?” diye düşünerek soldaki yola sapmak istemiş. Vezir bu yolun tehlikeli olabileceğini, kendisini felakete atmamasını söylemişse de kulak asmamış ve babasının yasakladığı soldaki yola yürümüş.

Giderken sarı bir muhabbet çiçeği gözüne ilişmiş. Oralarda zaten başka bir çiçek de yokmuş. Çok hoşuna gittiği için eğilip koparmak istemiş.

“Şu çiçeği koparayım” demiş ve atıyla çiçeğe doğru ilerlemiş.

Koparmak için ona yaklaştığı zaman, çiçek birdenbire kımıldanmış ve uzaklaşmaya başlamış. Padişah gözlerine inanamamış:

“Hayal mi görüyorum?” diyerek O da arkasından gitmiş. Çiçek gene uzaklaşmış ve padişah koparmak için bir türlü ona, yetişememiş. Atının üstünde kurularak gitmiş, biraz daha gitmiş. En sonunda çiçek bir mağaranın önüne gelmiş. Bu mağaranın önünde içi pilâv dolu bir kazan varmış. Karnı çok acıkmış olduğundan genç padişah, biraz pilâv yemek için atından inmiş. Kaşığı kazana daldırmak üzere iken mağaradan iri cüsseli bir Arap çıkıp ona doğru bağırmış:

“İnsan oğlu, öyle yağma yok. Önce bir güreşelim; pilavı sonra yersin!” demiş.

Padişah ne yapsın, Arabın üzerine atılmış. Onlar boğuşmaya başlamışlar. Arap padişahtan hem çok iri, hem de çok güçlüymüş. Padişahı yenmiş ve hançerini çekip kafasını kesmiş. Zavallı padişahın atı da orada sahibinin yanında otluyormuş.

Bu sırada vezir beklemekten usanarak saraya dönmüş. Birkaç hafta bekledikten sonra ortanca şehzade tahta çıkmış. O da dertli bir zamanında ava gitmek istemiş. Vezirini yanma almış, yola çıkmışlar ve bir gün yolun üçe ayrıldığı yere gelmişler. Soldaki  yolun yasak olduğunu bildiği halde, o da ağabeyini bulmak ümidiyle bu yola sapmış. Gide gide o, sarı muhabbet çiçeğinin bulunduğu yere gelmiş. Muhabbet çiçeği onun da aklını çelmiş. O da bunu “koparmak, istemiş ama çiçek yine kaçmış. Kaça kovalaya, kaça kovalaya padişah kazanla pilavın bulunduğu mağaranın önüne gelmiş. Karnı acıkmış olduğu için, ondan biraz yemek istemiş. Arap gene ortaya çıkmış ve padişaha:

“Önce bir güreşelim, pilâvı sonra yersin,” demiş.

Kapışmışlar ve iri cüsseli Arap onu yenmiş, bıçağıyla kafasını kesmiş. İki at beraber otlamaya başlamışlar. Onun veziri de beklemekten bıkmış ve saraya dönmüş. Birkaç hafta beklemişler sonra küçük şehzadeyi tahta geçirmişler.

O da sıkıntılı bir gününde ağabeyleri gibi yapmış. Veziriyle birlikte ava çıkmış… O da soldaki yolu tutmuş.

Veziri uyarmış:

“Bu tarafa gitme! Ağabeylerin bu yolda felâkete uğradı; sen de bu yola sapıp bir kazaya kurban gidersen kimi padişah yaparız?”

Bu uyarılara kulak vermemiş genç padişah. YoIuna devam etmiş… “Ben bu yoldan başkasına gitmem; ağabeylerimin başına ne geldiğini anlamak istiyorum çünkü” diyerek sürmüş atını.

Gitmiş, gitmiş sonunda ağabeylerinin atlarının kişnediğini duymuş ve kendi kendine:

“Tuttuğum yol doğrudur,” diye düşünerek biraz daha ilerlemiş.

Sarı muhabbet çiçeği onun da karşısına çıkmış. Padişah koparmak için uzanmış. Çiçek elinin altından kaçmış. Padişah onun peşinden o kadar at koşturmuş, o kadar at koşturmuş ki, sonunda o da pilâv kazanının yanına gelmiş.

“Bari şurada karnımı doyurayım” diye düşünmüş. Pilavı kaşıklamak için atından inmiş. Bu anda Arap karşısına dikilmiş:

“Öyle var mı, hak etmeden pilâv kazanının başına geçmek? Önce bir güreşelim; sonra istediğin kadar pilâv yiyebilirsin… “demiş ve delikanlının üstüne yürümüş.

Şehzade bunun duasını biliyormuş. Okuyup araba doğru üfleyince arap olduğu yerde donakalmış ve hançer elinden düşmüş.

Şehzade de hançeri alıp Arabın başını keşmiş. Bu anda muhabbet çiçeği önünde bitmiş. Çocuk onu koparıp sarığına takmış, sonra atına binmiş, ağabeylerinin de atlarını yedeğine alıp, vezirin kendisini beklediği yere dönmüş. Arapla nasıl boğuştuğunu, onu nasıl öldürdüğünü ve ağabeylerinin  başına gelmiş olan felaketi vezire anlatmış.

Saraya dönmüşler, Padişah çiçeği sarığından çıkarmış, bir bardak suyun içine koymuş. Bardağı dolabın üstüne bırakmış. Yorgunluğunu çıkarmak için erkenden yatmış…

Genç padişahın bir âdeti varmış. Yatmadan hizmetçilere yatağının başucuna lokum ve şerbet koydururmuş. Uyanırsa bunları yer, içermiş Başucunda bir altın şamdan, ayakucunda bir gümüş şamdan varmış, mumlar bunlarda yanarmış. O akşam da lokum, şerbet ve mumlar yerli yerindeymiş.

Gece yarısı olmuş… Padişah mışıl mışıl uyuyormuş. Birden sarı muhabbet çiçeği bardaktan çıkıp silkinmiş ve o kadar güzel bir kız olmuş ki, dünyada benzerini bulmak imkansızmış…

Kız padişahın yanına gitmiş, lokumu yemiş. şerbeti içmiş; başucundaki altın şamdanı ayak ucuna, ayakucundaki gümüş şamdanı başucuna koymuş. Delikanlıyı hem sağ yanağından, hem de sol yanağından öpmüş ve tekrar o, eski sarı muhabbet çiçeği olup, dolabın üstündeki bardağa girmiş.

Padişah uyanıp da, lokumun yenmiş, şerbetin içilmiş, şamdanların yer değiştirmiş olduğunu görünce şaşırmış. Yataktan kalkarak hizmetlilerini çağırmış, geceleyin odasına kimin girdiğini söyletmek için uğraşıp durmuş.

Bütün hizmetçiler;*

“Kim gelebilir padişahımız? Kimse gelmedi!”diye iddia etmişler. Padişah onları döve döve söyletmek istemiş. Askerlerini çağırıp kırbaçlatmaya başlamış. Bakmış ki hizmetçilerin ağzı aynı… Onları dayaktan öldürse gene söyleyecekleri bu…

Ertesi akşam padişah gene uykuya yatmış. Lokum, şerbet ve şamdanlar yerli yerindeymiş. Gece yarısı padişah uykuda iken, sarı muhabbet çiçeği bardaktan çıkmış. Bir silkinmiş; güzel bir kız olmuş. Lokumu yemiş, şerbeti içmiş, şamdanların yerini değiştirmiş ve uyuyan padişahı öptükten sonra, gene çiçek olup bardağa girmiş.

Sabahleyin padişah gene hizmetçilerini çağırmış:

“Odama gene kim girdi?” diye sormuş.

Aynı cevabı alınca o kadar hırslanmış ki, hizmetçilerini vücutları kan içinde kalıncaya kadar dövmüş.

Üçüncü gece, padişah uyumamaya karar vermiş, parmaklarını ipekle öyle boğmuş, öyle boğmuş ki, ete gömülen ipeğin verdiği acıdan gözüne uyku girmemiş. Lokum şerbet ve şamdanlar yerli yerindeymiş. Padişah yatağında uyuyor gibi yapıyormuş.

Gece yarısı olur olmaz, sarı muhabbet çiçeği bardaktan çıkmış, “silkinmiş, dünya güzeli bir kız olmuş. Lokumu güzelce yemiş, şerbeti içmiş şamdanların yerini değiştirmiş. Padişahı öpmek için eğildiği zaman, delikanlı fırlayıp yerinden kalkmış ve kızı belinden sımsıkı tutmuş. Bu kız bir peri kızıymış. Padişaha kendisini serbest bırakması için çok yalvarmış.

Padişah:

“Senin yüzünden az daha bütün hizmetçilerimi öldürüyordum” demiş.

Kızın çiçekten elbisesini alıp parça parça etmiş.  Artık periliği sona eren kız, ölünceye kadar padişahın yanında kalmış. Kırk gün kırk gece düğün yapıp eğlenmişler. Onlar murada ermişler, bizler tadına varalım. Gökten düşen üç elmayı aramızda paylaşalım…

Yorum Yap

İlginizi Çekebilir

Ziyaretçi istatistikleri.

Rekor: 1279 (19.02.2025)

AdBlock veya uBlock Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün.

AdBlock veya uBlock'u Devre Dışı Bıraktım